2006 da yayınlanan The Fall(Düşüş) filmi, 1920'li yıllarda Los Angeles da geçmektedir. Filmin başrollerini Lee Pace ve Catinca Untaru oynamaktadır. Film hastanede geçmektedir. Kolu kırılan Alexsandria(Catinca Untaru)ın Los Angeles Hastanesi'ne yatması ve dublörlük yaparken sakatlanan, yataktan çıkamayan Roy(Lee Pace) ile tanışmasıyla olaylar başlar. Roy, Alexsandria' ya Vali Odious'tan çeşitli sebeplerden nefret eden ve onu öldürmek isteyen beş adamın hikâyesini anlatmaya başlar. Olaylar ilk zamanlarda iyi ilerlemektedir, hikâyelerin sonuna geldiğinde Roy kendi içinde bulunduğu karamsar durumu olaylara yansıtır. Roy gerçekle, hikâyeyi birbirine karıştırır. Alexsandria bu durumdan memnun değildir. Film konusu bakımından farklı. Film görsel bir şölen sunmaktadır. Değişik bir film, izleyince kendini filmden alamıyorsun. Dram, macera ve aksiyon türlerini içinde bulunduruyor.
Lee Pace muhteşem oyunculuğu ve çocuğun hayal gücü filme ayrı bir hava katıyor. Filmde anlatılanlar, yaşananlarla bağlantılı, dikkatli bir şekilde izlerseniz bunların farkına varmanız kolaylaşır ve bu şekilde olayları daha iyi anlarsınız. Filmde çeken mekânlar gerçek. Bu film için çok emek harcanmış. 18 farklı ülkede çekilmiş. Çok fazla mesaj içeren bir yapım olmuş. Tek kelimeyle harika bir film. Yeni, farklı bir film izlemek isteyenler için muhteşem bir film. Gerçek sinemaseverlerin kaçırmaması gereken bir film.
25 Ağustos 2012 de Japonya da yayınlandı. Nabuhiro Watsuki eseri olan dünyaca ünlü amine serisi Rurouni Kenshin eserinden beyaz perdeye uyarlandı. Konusundan kısaca bahsedecek olursak; 140 yıl önce Japonya'da "Bakumatsu" adı verilen kargaşanın hüküm sürdüğü bir dönemde Kyoto'da "Hitokiri Battousai" adı ile bilinen bir suikastçı ortaya çıktı. Bu kişi, yeni Meiji döneminin düzeni için birçok savaşta kan akıttı.Boshin savaşının kritik dönemlerinde herkes onun soğukkanlılığından ve gücünden korkuyordu. Meiji dönemi için birçok savaşta bulunmuş ve kan dökmüştür. Savaş bittikten sonra Hitokiri Battousai ismini bırakıp bir daha insan öldürmemeye yemin eder. Eski efsanevi suikastçı Kenshin Himura(Takeru Satu), savaştan sonra gezgin samuray haline gelmiştir. İnsanları öldürmemek için, kılıcının keskin bölümü normal kılıca göre ters taraftadır. İnsanları sadece yaralayacak bir kılıçtır. Ama geçmişi bir türlü peşini bırakamaz. Savaştan canlı olarak kurtulan bir savaşçı, Hitokiri adını kullanarak insan öldürmeye başlar. Meiji döneminin gerçekleşmesi nedeniyle samuraylar işsiz kalmıştır. Parayı elinde bulunduran büyük insanların yanında köle olarak kullanılmıştır. Kılıçların yerini, silahlar almıştır. Kahramanımız bu durumdan kendini uzak tutmaya çalışır. Savaş sahneleri ve başrol oyuncusunun kusursuz oyunculuğu, konusunda kesinlikle izlenmesi gereken bir film.
Jane Austen'ın Pride and Prejudice (Aşk ve Gurur) kitabından sinemaya uyarlanmış harika bir film. Konusuna gelince ismiyle de anlaşılacağı gibi, bir tarafta aşk ve bir tarafta gurur.Zengin koca meraklısı bir anne, kızlarının mutluluğunu düşünen kendi hâlinde bir baba ve birbirinden farklı beş kız kardeşin hayatını anlatıyor. Her zaman ki gibi kitap tam olarak aktarılamamış. Filmde bazı sahneler kitaptan değiştirilmeden alınmış, ama bazı kısımlar değiştirilmiş, diyaloglar kısa ve karakterler farklı yansıtılmıştır. Kitaptan bağımsız olarak ele alırsak filmi. Oyuncular çok başarılı, her oyuncu rolünü çok iyi oynamış. Keira Knightley ve Matthew Macfadyen'ın başrollerini oynadığı güzel bir yapım. Keira Knightley, en iyi kadın oyuncu ödülüne aday gösterilmiştir, bu filmdeki oyunculuğuyla. Görsel bir ziyafet sunuyor film. Aşk konulu filmlerin başında gelir. Filmdeki duyguları hissedebiliyorsunuz. Sevgi üzerine söylenmiş harika sözler. İzlemekten bıkmadığım filmler arasında. Kesinlikle izlenmesi gereken bir film. Filmden bir replik.
"duyguların geçen nisandakilerle aynı ise hemen söyle... benim duygularım değişmedi... ama tek bir kelimen sonsuza dek susmama yetecektir. "
Juan Moreno y Herrera-Jiménez, tanınan ismiyle Jean Reno Fransız aktör. Fransız, İngiliz, Japon, İspanyol ve İtalyan filmlerinde rol almasının yanında Kızıl Nehirler, Da Vinci Şifresi, Godzilla, Görevimiz Tehlike, Ronin, Les Visiteurs, Büyük Mavi Derinlik ve Sevginin Gücü gibi başarılı yapımlarda oynamıştır. .Fransa'da oyunculuk işleri almaya başladıktan sonra ismini Jean olarak değiştirip soyadını da Reno olarak kısalttı. Romantik komedi ve aksiyon filmlerinde oynadı. Le Dernier Combat (1985) gibi ilk Luc Besson filmlerinde oynayarak Fransa'da sinema kariyerine adım attı. İkili daha sonra Besson'un yazdığı, yönettiği ya da yapımcılığını yaptığı filmlerle işbirliklerine devam etti. Birlikte yaptıkları filmler içerisinde ticari ve eleştirel anlamda en başarılıları Nikita (1990) ile İngilizce Büyük Mavi Derinlik (1988) ve Sevginin Gücü (1994) oldu. Reno ayrıca Aslan Kral'da aslen James Earl Jones'un seslendirdiği Mufasa karakterinin Fransızca dublajını yaptı.
Fransız Öpücüğü (1995), Görevimiz: Tehlike(1996), Ronin (1998) ve Godzilla (1998) gibi başarılı Amerikan filmlerinde oynadı. Matrix'teki Ajan Smith rolünü geri çevirdi. Ayrıca Les Visiteurs (1993); Kızıl Nehirler (2000) ve Décalage Horaire gibi Fransa'da gişe yapmış yapımlarda da yer aldı.
2006'da Steve Martin'le birlikte Pembe Panter ve onun 2009'daki devam filminde önemli bir rolde oynadı. Ron Howard filmi Da Vinci Şifresi'nde polis müfettişi Bezu Fache'ı oynadı.
Popüler PlayStation 2 oyunu Onimusha serisinin üçüncü bölümünde yer aldı. Görünüşü başkarakter Jacques Blanc için kullanılırken karakterin Fransızca diyaloglarını da seslendirdi. Sevginin Gücü filmiyle oyuncu herkes tarafından tanındı. Başrollerini Siyah Kuğu filmiyle En İyi Kadın oyuncu ödülünü kazanan Natalie Portman ile oynadı. Natalie Portman filmde küçük yaşına rağmen başarılı bir oyunculuk sergiledi.İzlenmesi gereken filmlerden biri. Jean Reno, birçok farklı yapımda yer aldı. Farklı ülkelerin filmlerinde oynadı. Sadece Fransız filmlerinde rol almadı. Size tavsiye edeceğim diğer bir filmi, kitaptan sinemaya uyarlanan Kızıl Nehirler filmi..
Son zamanların en muhteşem filmlerinden. Aamir Khan'ın son filmi. İzlemeyenler için konusundan kısaca bahsetmek istiyorum. Farklı bir gezegenden gelen PK(Aamir Khan)nın, evine dönmek için Tanrıyı araması ve bu süre zarfında tanımadığı gezende verdiği yaşam mücadelesini konu alıyor. Önyargıların kırıldığı bir yapım. İnsanların körü körüne inandıkları şeyleri sorgulamadıkları ve eleştirmedikleri için nasıl hatalara düştüklerini gösteriyor. PK'nın tanrıyı aramak için verdiği mücadele de bizlere din konusunda ne kadar önyargılı olduğumuzu, din mevzuubahis olunca söylenen her sözün doğruluğunu araştırmadan inandığımızı gösteriyor. Kendini tanrının elçisi olarak gösteren ve dini kullanarak kitlelerin manevi hayatlarını nasıl olumsuz yönde etkilediğini anlatıyor. PK filmde tanrıyı bulmak için, insanların inandıkları şeyleri araştırmaya başlıyor.Herkesin farklı inançlara sahip olduğunu ve faklı tanrılara taptıklarını görünce tanrılarını nasıl seçtiklerini, üzerinde farklı işaretlere sahip olup olmadığını düşünür ve gizlice hastaneye gidip bebekleri incelemeye başlar. Yeni doğan bebeklerin üzerinde böyle bir işaret bulamaz. PK'nın filmde başlattığı yanlış numara sloganı ile insanların inandıkları şeyleri sorgulamalarına neden olur. Bu sayede insanlar inandıkları yanlış şeyleri görmeye başlar. Kesinlikle izlemenizi tavsiye ediyorum. Hint filmlerine karşı önyargılarınız varsa, bu önyargıları kaldırın ve bu filmi izleyin.
Angels & Demons Dan Brown aynı adlı kitabından uyarlanan ve 15 Mayıs 2009 tarihinde gösterime giren macera filmidir. Dan Brown ait Melekler ve Şeytanlar (Angels and Demons) kitabı 2000 yılında anadilin de yayınlanmıştır. Daha sonra ülkemizde ise 2004 yayına girdi. Bende kitap okuma alışkanlığını başlatan kitaplardan biri olduğunu söyleyebilirim. Dan Brown ait Melekler ve Şeytanlar adlı kitabını okumaya başladım ve kitaba hayran kaldım. Sürükleyici anlatımı ve yaptığı betimlemeler harika.Kitapta olaylar Vatikan ve Roma da gerçekleşiyor. Sürükleyici anlatımıyla olayı yaşıyor gibi hissediyorsun, olaya seni de dahil ediyor.Kitapta ki ambigramlar(tersine çevirme, sunulduğu şekliyle okunabildiği gibi,tam tersine çevrildiğinde de okunabilen grafiksel figürler) hakkında bilgi içeren ilk roman olarak gösterilir.
Kitabın filmi olduğunu öğrenince çok sevindim, kitabı bitirdikten sonra filmini aldım. Filmi beni hayal kırıklığına uğrattı, beklediğim gibi değildi. Kitap tam olarak aktarılmamıştı ve değiştirilmişti. Yine de kitaptan tam bağımsız değildi. Kitap da anlatılanların hepsi vardı diyemesek de, yine de insanların merak ettiği yerler ve olaylar az da olsa aktarılmakta. Filmi kitaptan bağımsız olarak ele alırsak, güzel bir filmdi. Filmin başrol oyuncusu, Tom Hanks diğer filmlerinde olduğu gibi rolünün hakkını veriyor. Sinemayı ne kadar çok sevsem de, kitap okumanın daha harika bir şey olduğunu söyleyebilirim.Gerilim, aksiyon türünü sevenler için güzel bir film.
Jack Nicholson'ın unutulmaz performansı ile hatırladığı film kitabın önüne geçmiş ve aslında 1962 tarihli bir romandan uyarlandığını unutturmuştur. Akıl hastası numarası yaparak bir akıl hastahanesine kendini sevk ettiren bir mahkumun yaşadıklarını Kızılderili Chief adlı karakterin ağzından anlatan eser ilk olarak Broadway oyununa uyarlanmıştır.1960 kuşağının önemli bir simgesi olan yazar Ken Kesey çalıştığı akıl hastahanesinde gördüklerine ve gönüllü katıldığı ilaç deneylerinde edindiği tecrübelere dayanarak bu eseri yazmıştır. Deli olarak nitelendirilen insanların hasta olmadığını sadece toplumda dayatılan davranış kurallarına uymadıkları için dışlandıklarına inanan yazar psikoloji alanına yönelik eleştiriler getirmiştir. Film beş dalda akademi ödülü almıştır. Filmde oynayan oyuncuların hepsi, oynadığı rollerin hakkını veriyor. Karakterlerle bütünleşmiş gibiler. Jack Nicholson, oyunculuğu hakkında söylenecek çok şey var. Onu anlatacak en iyi kelime unutulmaz oyunculardan biri. Sinemaseverler için bu filmi izlememiş olmak büyük bir kayıp. Filmdeki duyguları hissetmek ve oyunculukları anlamak istiyorsanız kesinlikle alt yazılı izleyin.
Harfleri sayıları algılama problemi yaşayan Ishaan çevresi ve ailesi tarafından tembel geri zekâlı muamelesi görür. Çalışmayı öğrenebilmesi için yatılı okula verildikten sonra tanıştığı resim öğretmeni ile değişen hayatı ve başarısını anlatan bir film. Ishaan derslerinde başarısız, yaptığı işlerin çoğunda tutarsız bir çocuktur, Yazı yazmayı ve okumayı 3.sınıfta olmasına rağmen öğrenememiştir, kitabı her açtığında kelimeler sanki dans ediyor gibi gelir ona. Bu başarısızlığın sonucunda içine kapanık ve karamsar bir ruh haline bürünür, Mutluluğu ve özgürlüğü insanlardan uzaklaşmakta bulur. Annesinin ilgisine karşın babasının katı tutumu Ishaan'ın zihinsel dünyasında gidiş gelişler yaşamasına sebep olur. Tam her şeyden ümidini kesmişken resim öğretmeni Ishaan'ın hayatını tam anlamıyla değiştirir. Aamir Khan hem yapımcı hem yönetmen hem de oyuncu olarak bulunduğu bir film. Filmi bana en çok sevdiren tarafı içten ve samimi olması. Senaryo ve işleniş bakımından harika film olmuş. Oyuncuklar muhteşem ve konu harika. Aile olanlar ve ilerde aile olacak insanların kesinlikle izlemesi gereken bir film. Çocuklarını yargılamadan, cezalandırmadan konuşacaklardır. Aslında bu filmde insanlar kendi çocukluk dönemlerini geri dönecekler. Kendi çocukluk dönemlerindeki hal ve hareketlerini sorgulayacakları ve cevap bulacakları bir film. Filmi özellikle eğitimciler izlemeli, eğitimdeki sistemindeki sıkıntıları çözme ve çocuklara yaklaşımları konusunda yardımcı olacak. Çocukluk dönemlerinde böyle sıkıntıları olan insanlar bunlara neyin sebep olduğunu anlamaya çalışacaklar. Filmi izleyenler, çocukların yaptıklarına anlam veremeye başlayacak, onlarla konuşacaklar. Çocuklar için kendini ifade edememeleri ve insanların onları anlamamaları ve anlamaya çalışmak yerine onları yargılamaları kadar kötü bir şey olamaz. Kesinlikle izlenmesi gereken bir film.